Atatürk'ün Kastamonu'ya gelişi, Şapka ve Kıyafet Devrimi
Atatürk, 23 Ağustos 1925'te Kastamonu ve İnebolu'ya yaptığı seyahatlerde şapkayı halka göstererek kıyafet devriminin ilk işaretini verdi.
"Biz her nokta-i nazardan medeni insan olmalıyız. Fikrimiz, zihniyetimiz, tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır. Medeni ve beynelmilel kıyafet milletimiz için layık bir kıyafettir onu giyeceğiz." diyen Büyük Atatürk, 27 Ağustos 1925'te de İnebolu'da "Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal yoktur. Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir." diyerek, medeni yaşayışa uyan kıyafetin kabulü gerekliliğini belirtmiştir.
Atatürk’ün Kastamonu Ziyareti ve Bu Ziyaretin Önemi
Hemen her bakımdan yeni bir yapılanmanın yaşandığı Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk, yurt gezilerine çıkmayı adeta gelenek haline getirmiştir. Atatürk, bu geleneği vefatından dört buçuk ay öncesine kadar da sürdürür. Yurdu gezmek yurdu tanımaktır. Yurdu gezmek, yurdun insanını, coğrafyasını, tanımaktır. Yurdu gezmek, yurdun insanıyla bilişmek, tanışmak, kaynaşmaktır. Yurdu gezmek, yurt için bir şeyler üretmektir. Atatürk'ün yurt gezilerini biraz da böyle değerlendirmek gerekir. Osmanlı coğrafyasından kurtarılabilen anavatan topraklarını tanımak isteyen Yeni Türk devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal'in yurt gezilen, Türk gezi tarihinin en güzel sayfalarını süslemektedir. Çünkü onun yun gezileri, Türk tarihinde yeni başlangıçlar meydana getirmiştir.
Atatürk’ün Kastamonu’ya Davet Edilmesi
“Yıl 1925, Aylardan Ağustos”
Atatürk’ün Kastamonu’ya davet edilmesi için iki heyet görev almıştır:
İlk giden heyet; Müftü Osman Nuri, Belediye Başkanı Necip, Şemsioğlu Ziya, Evliyaoğlu Abdullah, Dr. Fazıl Berkin’den oluşmaktaydı. Ancak Atatürk’ün rahatsızlığından dolayı heyet bu görüşmeyi yapamadı…
İkinci heyet 8 Ağustos Cumartesi günü Ankara’ya; Heyet Başkanı Cumhuriyet Halk Fırkası Mutemedi Hüsnü (Berker) ile Belediyeden Akdoğanlızade Mehmet Ali Efendi (Sultan Efendi), İl Daimi Encümen Üyesi Sabri, Ticaret Odası Başkanı Hacı Mehmet Rıza (Saltık), Tatlızade Emin (Halk Fırkası ve Türk Ocağı İdare Heyeti Üyesi), Açıksöz Gazetesi Müdürü Hüsnü (Açıksöz), Öğretmenler Birliği’nden Hacer (Kaladar), Öğretmenler Birliği’nden 3. Anaokulu Başöğretmeni Hikmet Melike (Bakan) iki araç ile hareket ederler…
Gece Çankırı’da konaklayıp 9 Ağustos Pazar günü Ankara’ya ulaşan heyet iki gün Bakanlıkları ziyaret ettikten sonra 11 Ağustos’ta Atatürk tarafından kabul edilir…
Heyet Başkanı Hüsnü Berker ziyaretlerinin sebebini anlattıktan sonra Atatürk “Geleceğim! Geleceğim… Fakat gün tayin edemem. Malum ya vekil arkadaşlarla görüşmek ve Devletin diğer işlerinin benim burada bulunmalılığımı gerektirip gerektirmediğini anlamak ve ona göre karar vermek gerekiyor. Fakat emin olun çabuk geleceğim.” diye cevap verir…
Görüşme sonrasında, heyet dışarı çıkar çıkmaz; Heyet Başkanı Hüsnü Berker Kastamonu Valiliğine “Reisicumhur hazretleri bugün saat 5’te (17:00) heyetimizi büyük bir iltifatla kabul, bütün halka selamlarının bildirilmesini emir ve pek yakında teşrif edeceklerini kesinlikle vaat buyurmuşlardır. Memnuniyetle bildirilir…”
Heyetteki Belediye Üyesi Mehmet Emin Efendi de; “Gazinin yakında geleceklerinin muhtemel olduğunu hazırlık yapılmasını” bildiren telgraf gönderirler…
Heyet bu sevindirici haberle Ankara’dan Kastamonu’ya değil de Atatürk’ün gerektiği gibi ağırlanması için trenle İstanbul’a gider. İstanbul’da aslen Kastamonulu olan Cumhuriyet Gazetesi muhabiri Zeki Cemal’de (Bakiçelebioğlu) heyete katılır. Heyetin, alınan eşyalarla birlikte Cumhuriyet Vapuru’na binerek İnebolu üzerinden Kastamonu yolculuğu bu şekilde başlar…
23 Ağustos – Pazar
Sabah saatlerinde Çankaya Köşkü hareketlenmiştir…
Kastamonu’ya hareket etmek için 4 otomobil hazırlanmış, Atatürk’ün bindiği otomobilde Kütahya Mebusu Nuri (Conker) ve Rize Mebusu Fuat (Bulca) da vardır. Diğer otomobillerde Riyaseticumhur Umumi Katibi (şimdiki unvanıyla Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri), Tevfik (Bıyıklıoğlu), Başyaver Rusuhi, Yaver Muzaffer, Muhafız Kıtası Kumandanı İsmail Hakkı (Tekçe), Hususi Kalem’den Çankırılı Lütfi ve Mustafa Beyler bulunmaktaydı…
Ankara’dan çıkışlarından itibaren her meskun yerde (köylerde kasabalarda ve yol boylarında) coşkuyla karşılama ve sevgi gösterileri oluşuyordu…
Ankara’dan yola çıktıktan sonra Kalecik Türkocağı’nda dinlenmiş ve oradan Çankırı’ya hareket etmişlerdir. Çankırı’da da coşku ile gelişleri kutlanan Atatürk Belediye Başkanlığınca verilen yemeğe katılmış akşama doğru da Kastamonu’ya hareket etmiştir…
Daha önceden geldikleri için Kastamonu’da bulunan Ordu Müfettişi Ali Sait Akbatugan, Kolordu Kumandanı Emin Korel, Tümen Kumandanı Kazım Sevüktekin, paşalar da Kastamonu heyetine katılmışlar hatta Çankırı’ya giderek, Atatürk ve Ankara’dan gelen heyete Kastamonu yolunda eşik etmişlerdir…
Ilgaz / Derbent olan İl sınırında karşılayacak olan Kastamonu heyetinde de “Kastamonu Mebusları Mehmet Fuat (Müftüoğlu) ve Ali Rıza Bey, Kastamonu Valisi Hüseyin Fatin (Güvendiren), Belediye Reisi Hacı Necip Efendi, Belediye Meclisi ve İl Genel Meclisi Üyeleri, Cumhuriyet Halk Fırkası Mutemedi Hüsnü Berker, Açıksöz Gazetesi Sahibi Ahmet Hamdi (Çelen), Halk Fırkası Müteşebbis Heyetinden Çorukzade Hilmi ve Tatlızade Emin, Türk Ocağı’ndan Yusuf Ziya, Burhanettin ve Hulusi Beyler, Muallimler Birliği’nden Hacer ve Lütfiye Hanımlarla Sabri, Cemil, Halit ve Sail Beyler, Ticaret Odası Başkanı Hacı Mehmet Rıza (Saltık), İl Daimi Encümen Üyeleri Ahmet ve Sabri Beyler, Tayyare Cemiyeti Reisi Lütfi Bey, Almanca Öğretmeni Cemal (Koral), Açıksöz Gazetesi Müdürü Hüsnü (Açıksöz) ve Cumhuriyet Gazetesi Muhabiri Zeki Cemal (Bakiçelebioğlu) ile basın mensupları ve kalabalık bir halk kitlesi vardı…
Yol boyunca birleşen köylüler, coşku ve sevgiyle Atatürk’ü karşıladılar…
Şehre, Olukbaşı – Pırlaklar Mevkii’nden girilmesiyle İlçe Heyetleri, Öğretmen Okulu Öğrencileri, liseliler, Ortaokul ve İlkokul öğrencileri ile Kastamonu halkı Atatürk’ü tam bir coşku ve sevinç gösterileriyle karşılarlar. Aracından inen Atatürk, Olukbaşı’ndan kalacağı Terzi Emin Ağa Konağı’na kadar halkın içinde yürür. Bu arda 21 pare top atışı duyulmaktadır…
Oradan aracına binen Atatürk, eksiksiz ve aralıksız sevgi ve sevinç gösterileriyle Hükümet Binasına kadar yol alır ve Valilik Makamına geçer. Belediye Heyeti’nin “Hoş Geldiniz” ziyaretini kabul eder…
Akşam kalacağı konağa geçtikten sonra Kastamonu’da sevinç gösterileri fener alayına dönüşür. Halk Atatürk’ün kaldığı Terzi Mehmet Ağa’nın Konağı etrafında ellerinde fenerlerle toplanmış; davullarla, utlarla sevgi gösterilerine Sepetçioğlu oyunu ve marşlarla, türkülerlerle devam etmiştir. Pencereden bir müddet izledikten sonra halkın arasına katılması ve onlarla birlikte oyunları izleyip, alkışlamasıyla memnuniyetini bildirmesi halkı çok sevindirmiştir…
24 Ağustos – Pazartesi
Öğlene kadar dinlendikten ve (Çankırı ve Kastamonu Milletvekilleri, Kastamonu Valisi, Belediye Başkanı ve komutanların) ziyaretlerini kabul edip Askeri kıyafetiyle Kışla’ya hareket eder…
Kışla’dan sonra, hastaneye, Memleket Kütüphanesine ve Kastamonu Belediye’sine ziyaretlerde bulunmuşlardır. Belediye’de Türk Ocağı ve Öğretmenler Birliği Temsilcilerini ardından Araç, İnebolu, Safranbolu, Tosya, Taşköprü, Daday, Devrekâni ve Cide’den gelen heyetleri kabul etmişlerdir…
Belediye’nin orta katında ise Kastamonu esnafı ile konuştu…
Hükümet Konağı’na geçtiğinde ise bahçe ve merdivenler memurlar, halk ve civardan gelenlerle doluydu. Valilik Makamında ise herkesi ayrı ayrı kabul etti…
İkinci akşam yine şehirde fener alayı düzenlendi. Kışladan hareket eden askere öğretmenler ve öğrenciler ile halkın katılımıyla, Olukbaşı’nda Atatürk’ün kaldığı konağa kadar geldiler. Sepetçioğlu oyununu çok beğenen Atatürk, oyunu oynayanları tebrik etti…
Kışla’dan Olukbaşı Caddesine kadar sokaklarda olan halk evlerinde de Atatürk Şenlikleriyle bu sevinç gösterilerine devam ediyordu…
25 Ağustos – Salı
Ulu önder İnebolu’ya gitmek üzere 11:00’da Kastamonu’dan ayrıldı…
Yol boylarına dizilen köylülerin sevgi gösterileri yer yer otomobillerin yavaşlamasına neden oluyordu… Seydiler’e ve Küre’ye ulaşılmasıyla, karşılayan heyetle görüşmeler yapıktan ve dinlendikten sonra İnebolu’dan gelen İnebolu Belediye Başkanı Hüseyin Kâşif (Karagülle) Başkanlığındaki heyetle Ecevit Köyü’ne (Ecevit Hanı’na) geçtiler. Ecevit’in (günümüzde de yapılmasına devam eden) yoğurtlu çorbasını yedikten ve gelenlerle içten, samimi sohbetler ettikten sonra Küre Belediye Başkanı Muhrirzade Mehmet Efendi ile Küre Belediyesi’nde halkla konuşur ve İnebolu’ya devam ederler…
19:00’da İnebolu’ya gelinir. İlçenin girişine “İlk zafer yolu İnebolu’ya sefa geldiniz sevgili Gazi” yazısıyla tak kurulmuştu. Bir grup Türk Ocağı gençlerinden sonra Atatürk’ü karşılama heyeti görülür. Kaymakam, Belediye Başkanı, Yargıç, Savcı, Askerlik Şubesi Subayları, Belediye çalışanları, Hükümet memurları, Ticaret Odası, Esnaf Odası, Dernekler, okullar ve kalabalık bir halk karşılamışlardır… 21 Pare top atışı da Atatürk’ün İnebolu’ya girişiyle başlamıştı…
Akşam saatleriydi. Kendilerine ayrılan, Belediye Başkanı Hüseyin Kaşif’in evine doğru yürümeye başladılar. Caddeler insanlarla dolup taşıyor sevgi gösterileri aralıksız devam ediyordu…
26 Ağustos – Çarşamba
Sabah saatlerinden itibaren yine halk caddelere dolmuş. Atatürk öğleye kadar dinlendiği konutundan Mareşal Üniformasıyla çıkmış ve halkın sevinç gösterileşirle yürüyerek Belediye Binasına gelmiştir. Bina önünde Belediye Başkanı ve üyeleriyle, Halk Partisi, Ticaret Odası ve Türk Ocağı Heyetleriyle Esnaf Kuruluşları ve Kayıkçılar Locasından kalabalık bir topluluk karşılamışlardı…
Bir müddet dinlendikten sonra kendisini karşılayan heyetleri tek tek Belediye’de kabul etmişlerdir. Atatürk daha sonra Abana ve Çatalzeytin Bucak Heyetlerini ve Bucaklardaki kuruluşlardan gelen heyetlerle görüşür…
Hükümet Binası’na geçtiğinde ise karşılamalar, sevgi gösterileri devam eder. Kendilerine ayrılan odada denizcilerin söylediği “Heyamola Yelese” şarkısını dinlemeye başlar. Bunu gören kayıkçılar daha bir coşkuya kapılırlar…
İçeri geçtiğinde ise başta Kaymakam ve memurları kabul ederler ve Savcı ile Asliye Mahkemesi Başkanından bilgiler alır. Atatürk daha sonra Okul Müfettişleri, PTT ve Mal Müdürleri, Ziraat Bankası Müdürü ile görüşmeler yapar, Jandarma Bölük Komutanı ve Polis Komiserine İlçenin asayiş durumunu sorar. Akşam saatlerine doğru Tosya Çeltik Fabrikası mühendisini kabul eder…
Nuri Coker ile birlikte 18:00’da şehrin içerisine doğru sivil kıyafeti ve beyaz Panama serpuşu ile konuşa konuşa yürürler. İlçe içerisindeki gezi Hürriyet Meydanı’ndan Mustafa Kemal Paşa Caddesine doğru devam etmiştir…
Akşam ise İnebolu’da da kalabalık toplanıp gece yoğun bir katılımla fener alayı düzenlenmiş günümüzde de kutlamalarda 25 kişinin omuzlara çıkarak yaptıkları gösteri gerçekleştirmişlerdir…
27 Ağustos – Perşembe
Bugün (27 Ağustos 1925) Mustafa Kemal Atatürk, tarihi “Şapka Nutkunu” İnebolu Türk Ocağı’nda söyledi…
Devrim tarihinin ve atılımların ilk önemli nutku İnebolu’da gerçekleşmiştir…
28 Ağustos – Cuma
Gümüş takım elbiseli, kravatlı ve elinde beyaz panama şapkasıyla İnebolu’daki kaldıkları evden Fuat Bulca ile inerler. İnebolu’ya veda zamanı gelmiştir…
Kapının önünde fotoğrafçılara poz verdikten sonra Kaymakam ve Belediye Başkanı’nın elini sıkarak İnebolu’dan ayrılırlar. Küre’de kısa bir müddet kaldıktan sonra Devrekani’ye gelirler…
Burada bucak müdürleri ile görüşmeler yapış olup Devrekânili olan Kastamonu Milletvekili Mehmet Fuat Bey’in çiftliğine yemeğe geçerler…
Devrekani’den Kastamonu’ya 18:30’da gelmişlerdir. Kışla’da toplanan halkın büyük bir bölümünün elinde şapka vardır… Otomobilinden inen Atatürk insanlarla tek tek ilgilendi…
Gece yine fener alayının bando sesleri ve kalabalığın alkışlarıyla coşkulu kutlamalara devam edildi…
29 Ağustos – Cumartesi
Cumartesi sabahtan Türk Ocağı, Öğretmenler Birliği ve Halk Fırkası Heyetleri Atatürk’ü ziyaret ettiler. Heyet üyeleriyle Devrimler ve Ülkemizin durumuyla ilgili görüşmeler yaptı…
14:30’da Taşköprü’ye gitmek için yola çıktılar. Daha önce İlçeye giden Vali Hüseyin Fatin Güvendiren ile Taşköprü Kaymakamı Rauf Bey Atatürk’ü karşıladılar. Karşılamada Genel Meclis ve Belediye Meclis Üyeleriyle, Halk Fırkası, Ticaret Odası heyetlerini Atatürk’e takdim ettiler…
Hükümet Binası’nda bir süre dinlendikten sonra halkla görüşmelere başladı. İlçe ve bucaklardan gelen heyetler görüşmeler yapmıştır. Belediye’de de aynı şekilde görüşmeleri gerçekleşmiştir…
Akşam 19:00’da Taşköprü’de vedalaşıp 20:00’da Kastamonu’ya ulaşıldı…
30 Ağustos – Pazar
Öğle saatlerinde Kastamonulu bayanlardan oluşan bir grubu kabul etti…
Kışla’da öğle yemeğini tüm subaylarla birlikte yerken askerlik ve savaş anılarını anlattığı samimi bir sohbet gerçekleşti…
Yemeğin sonunda ise: “Milleti sevk ve idare edenlerin dayanağı ordu olmuştur. Diğer milletlerde, ordu ile millet daima birbirleri ile karşı karşıyadır. Hâlbuki bizde bunun tamamen aksinedir. İkinci Meşrutiyeti kahraman subaylarımız ilan ettikleri gibi bu devrimi de yine bunların yine fedakârlılığına borçluyuz. Bundan sonraki yükselme ve ilerleme de sizin bilinçli gücünüzle olacaktır.” Şeklinde bir konuşma yapmıştır…
14:00’da Daday’a hareket edilir…
Göl Bucağı’na (Göl Köy) ulaştıklarında, yüzlerce köylü karşılamış “Hoş geldiniz bizi kurtaran büyük Paşamız. Bir kahve içmeden sizi bırakmayız.” Şeklindeki sevgi gösterilerine karşılık Atamızın gözleri yaşarmış, otomobilinden inerek Bucak Müdürlüğü Binasında kahve ikram edilmiştir…
Atatürk’ü görmek isteyen 500’ü kadın olan köylülerin bir kısmı da uzak köylerden yaya olarak saatler önce gelenlerdi. Daday’da 30 Ağustos Zafer Bayramı eksiksiz ve tam bir kutlama içerisinde geçecekti. Atatürk, Cumhurbaşkanı olarak Ankara’da değil Daday’daydı...
Kastamonu Daday yolu üzerindeki Kıyık Tepesi’nde atlılar Atatürk’ü karşılarlar. Kadınlar mahalli kıyafetleriyle erkekler ise serpuşlarıyla Kıyık Tepesi’nden itibaren Daday’a kadar yol kenarları köylülerle doluydu…
Atatürk’ün 15:20’de Daday’a gelmesini coşkuyla karşıladılar…
Önce Hükümet Binasına giren ulu önderi memurlar ziyaret etti. Sonra Belediye binasına, halkın coşkun sevgi gösterisiyle yaya olarak geçti. Orada, Belediye Başkanı ve Meclis Üyeleriyle birlikte, Cumhuriyet Halk Fırkası, Öğretmenler Birliği, diğer Dernek ve Kurumlarla Köy Temsilcilerini kabul etti…
Belediye Binasının önünde, halka yaptığı konuşma sonrasında Seydibeyzade Abdullah Efendi’nin konağına geçilir. (Tapu tesciline göre 1912 yılında yapılan konak, Seydibeyzade Abdullah Efendi ve eşi Gömeçzade Mustafa Efendi’nin kızı Hatice hanıma aittir.) Konakta 17:00’a kadar sohbet edilir, yemek yenilir, çay içilir… 17:00’da Kastamonu’ya hareket edilir…
Atatürk’ü uğurlarken de Kıyık Tepesi’ne kadar atlılar eşlik eder. Kıyık Tepesi’nde otomobilinden inen Atatürk “Durun… Şu güzel Daday’a bir defa daha bakayım” dedikten sonra yolculuklarına devam ederler…
(30 Ağustos Zafer Bayramı her yıl Daday’da kutlanması gelenek haline gelmiştir. Günümüzde de at yarışları ve eğlencelerle Daday’da *30 Ağustos kutlamaları bir festival havasında gerçekleşmektedir.)
Atatürk’ün, Daday’da Halka hitaben yaptığı konuşma:
“Daday’a geldiğimden dolayı çok memnun ve mütehassısım. Memnun olduğum cihet; doğrusunu itiraf etmek lazım gerekirse, Dadaylıları bana ve benim gibi sizi görmeyenlere tanıttıranların söyledikleri şeylerin ne kadar yanlış olduğunu anladığım içindir. Sizi bize başka türlü anlattılar. Burası adeta cehl ve taassup içindedir dediler. Bugün işte görülüyor ve parlak alınlarınızda, gözlerinizde görüyor ve anlıyorum ki, sizi bana anlatanlar çok şuursuz ve yalancı imiş. Ben sizden aldığım ilhamla bugün onlardan kalben nefret ediyorum. Benim bütün Kastamonu Vilayetinde olduğu gibi, burada da gördüğüm hakikat budur. Büyük zihniyetiniz ve dimağınız nurla doludur. Yoksa bugünkü gördüğüm şeklin bir günde meydana çıkarılabilmesine imkân yoktur.
Arkadaşlar, sizi bize böyle tanıtan, sizi temsil edenlerden bazılarıdır. O kadar ki onlar sizin gerçek yaşamınıza yabancıdırlar. Burada gördüklerimi bütün Ankara’daki arkadaşlarıma anlatacağım ve sizin aleyhinizde söylenecek sözlere karşı sizi ve haklarınızı ben bizzat müdafaa edeceğim.
Arkadaşlar, memleket sizin, ordunun kahramanlığı sayesinde kurtulmuş refah ve saadet gelmiştir. Bu yol üzerinde büyük bir emniyetle yürümek ve hakikati tespit etmek için bundan sonra da çalışmak lazım. Gece gündüz zaten çalışıyorsunuz. Çalışınız. Gerçeği bütün Cihana tanıtalım.
Arkadaşlar, sizden ayrılırken büyük bir vicdan rahatlığı içindeyim. Bu hususta size çok teşekkür ederim.”
Kastamonu’ya ulaştıklarında ilk önce Türk Ocağı’na gidilir. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e burada kahve ikram edilir ve öğrencilerle sohbet eder. Ocaklı yöneticilere: “Ocaklı kardeşleri bir arada görmek fırsatını bahşettiğiniz için sizlere teşekkür ederim. Ocaklılar halkın önderi olacaktır.” Demiştir…
Türk Ocağı’ndan sonra Cumhuriyet Halk Fırkası’na (günümüzdeki Kastamonu Arkeoloji Müzesi) gitti. Orada çok büyük bir kalabalık bekliyordu. Atatürk’e hitaben Cumhuriyet Halk Fırkası Mutemedi Hüsnü Berker, Ata’ya hitaben; Kastamonu’ya gelişlerine dair bir konuşma yaptı… Atatürk, bu konuşmanın ardından Kastamonu Nutku’nu gerçekleştirir…
31 Ağustos – Pazartesi
Atatürk, sabah Terzi Mehmet Ağa’nın konağından çıkar. Halk şehir çıkışı yolunun iki tarafına dizilmiş sevgi gösterilerinde bulunuyorlardı…
Atatürk’e hitaben, Lise’nin Almanca Öğretmeni Cemal Koral, gelişlerinin verdiği onurla duygusal, sevgi ve saygı dolu bir konuşma yapar…
Atatürk’te buna istinaden yaptığı konuşmamım her cümlesi alkışlanır…
Ayrılık vakti gelmiştir. Atatürk o halkın sevgi gösterileriyle birlikte Ankara’ya varmak üzere Çankırı’ya doğru yola çıkmıştır. Kastamonu heyeti Ilgaz Dağı tepesindeki karakola kadar uğurlarken orada Çankırı heyeti karşılar. Yaylada yemek yendikten sonra Ilgaz’a doğru yola çıkılır. İndağı’nda Tosya Kaymakamı Aziz Bey ve yanlarındaki heyetle buluşma gerçekleşir. Buluşmanın ardından yolculuk devam eder. Önce Çankırı’ya sonra da Ankara…
Kaynak:
Şahabettin Mert Daday Gazetesi / Ağustos 2011 - Sayı: 3
- Atatürk’ün Kastamonu Gezisi ve Şapka Devrimi / Mehmet Baytimur – Aziz Demircioğlu – Hasan Çelikoğlu
- Daday Kültür Sanat Turizm / Halil Serdar Bıyıklı
- Atatürk’ün Kastamonu Ziyareti, Şapka ve Kıyafet İnkılâbı / Kastamonu Valiliği Yayınları
- Daday İçe Yıllığı
Mustafa Kemal Atatürk’ün Kastamonu Nutku 30.08.1925
Kastamonu’da İkinci Konuşma 30 Ağustos 1925
Mustafa Kemal Atatürk’ün Kastamonu Nutku:
Cumhuriyet Halk Partisi binasında partililerle yapılmıştır.
(30 Ağustos 1925)
"Efendiler!
Meşhudatımın en kıymetli kısmı bu güzel mıntıkanın samimi halkının çok münevver ve çok geniş ve yüksek bir zihniyet sahibi olmalarıdır. İtiraf etmeliyim ki bu seyahatimden evvelki malümatım, meşhudatımın hasıl ettiği kanaatlerden çok başka idi. Muhterem mebuslarınız Ali Rıza Bey, Mehmet Fuat Bey gibi zevat bulunmasaydılar, sizi mümkün olduğu kadar olduğunuzun aksine tanımak için çalışanlar ezhanı teşvişte kim bilir ne kadar ileri gitmeğe muvaffak olacaklardı. Asarı fi’liyesini memnuniyetle görmekte olduğum ali telakkiyatınız bittabi bir anda, bir günde tekevvün edemezdi. Böyle bir iddia serdetmek aynı cehalet olur. Şüphe yok, bu havalinin muhterem halkı esasen medeni tekamülün silsilei tabiyesi üzerinde ilerlemekte idi. Ve ilerlemektedir. Bu gün ben o tekamülün tabii tecelliyatının mesud bir şahidi bulunuyorum. Bu hakikatın aksini ifade ve izah ederek teceddüt hatvelerimizi felce uğratmaya yeltenen sebükmağza, hükümlerini verirken kendi yarım yamalak ilimlerine, çürük mantıklarına, nakafi akıllarına istinat etmiş olduklarına sanip oluyorum. Bu zavallı hodbinler böyle yapacaklarına halkın hissi selimine müracaat etselerdi, ondan feyiz ilham alsalardı, kendilerine bu gün şayanı hande hacil bir vaziyette bırakan bu kadar müstekreh hatalara düşmezlerdi. Fakat hissi selimin ; akıl, mantık ve marifetin fevkinden haizi ehemmiyet olduğunu takdir etmek yalancı alimlerin işine gelmez.
Arkadaşlar,
Milletimizin sağlam bir şuura malik olduğuna, kahramanı olduğu büyük ve fi’li asar ve hadisattan sonra kimsenin şüphe etmeğe hakkı kalmamıştır. Şuur daima ileri ve yeniliğe götürür. Ricat kabul etmez bir haslet olduğuna göre, Türkiye Cumhuriyeti halkı ileriye ve teceddüde uzun hatvelerle yürümeye devam edcektir. Şuura illet tari olmadıkça geriye gitmek veya tevakkuf varidi hatır dahi olamaz. Asırlarden beri masruf menfi cehdü gayretler zaman zaman milleti uykuya daldırmış olmakla beraber milletin şuurunu felce uğratmağa asla muvaffak olamamıştır. Bu hakikat milletin bugün gösterdiği asarı şuur ile kendiliğinden sabittir. Eğer şuurda maluliyet olsaydı onu bugünkü ciadetinde ihya etmek desti kudretten bile muntazam değildir.
Efendiler,
Milletin temayülü hakikisi hilafında zehaplarda bulunanlara iltifat etmedik. Bununla bir hassa bugün çok müfterihim. Bundaki sırrı isabeti izah için derhal arzetmeliyim ki : bizim ilham menbaımız doğrudan doğruya bütün Türk Milletinin vicdanı olmuştur. Ve daima olacaktır. Bütün harareti, feyzi, kuvveti, vicdanı milliden aldıkça bu teşebbüsatımızda milletin hissi selimini rehber ittiaz ettikçe, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonrada milleti doğru hedeflere isal edeceğimize imanımız kavidir.
Hakiki inkilapçılar onlardır ki, terakki ve teceddüt inkilabına sevk etmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki temayülü hakikiye nüfuz etmesini bilirler. Bu münasebetle şunu da beyan edeyimki, Türk Milletinin son senelerde gösterdiği harikaların, yaptığı siyasi ve ictimai inkilapların sahibi hakikisi bizzat kendisidir. Sizisiniz. Milletimizde bu istida-ı tekamül mevcut olmasaydı, bunu yaratmağa hiçbir kuvvet ve kudret kifayet edemezdi. Herhangi bir vaz’ı tekamülde bulunan bir kitlei beşeri, bulunduğu vaziyetten kaldırıp damdan düşer gibi filan mertebei tekamüle isal etmek ademi imkanı tabiisi muhtacı izah değildir.
… Efendiler ! yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkilapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti Halkını tamamen asri ve bütün mana ve eşkali ile medeni bir heyeti ictimaiye haline irsal etmektir. İnkilaplarımızın umdei asliyesi budur… bu hakikatı kabul edemeyen zihniyetleri tarumar etmek zaruridir. Şimdiye kadar bu milletin dimağını paslandıran, uyuşturan bu zihniyette bulunanlar olmuştur. Herhalde zihinlerde mevcut hurafeler kamilen tardolunacaktır. Onlar çıkarılmadıkça dimağa hakikat nurlarını infaz etmek imkansızdır. Türbelerden, yalancı evliyalardan, ölülerden istimdat etmek medeni bir heyeti ictimaiye için şindir. … Mevcut tarikatların gayesi, kendilerine tabi olan kimseleri dünyevi ve manevi hayatta mazharı saadet kılmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin bütün şümuliyle medeniyetin muvahcehci şulebasında filen ve falan şeyhin irşadiyle saadeti maddiye ve maneviye arayacak kadar iptidai insanların Türkiye camiai medeniyesinde mevcudiyetini asla kabul etmiyorum.
Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikatı medeniyedir. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kafidir. Rüesayı tarikat bu dediğim hakikatı bütün vüzuhiyle idrak edecek ve kendiliklerinden derhal tekkelerini kapayacak, müritlerinin artık vasılı rüşt olduklarını elbette kabul edeceklerdir. Arkadaşlar ; huzurunuzda muvacehei millete beyanı teşekkür ederken hissettiğim ve gördüğüm hususatı olduğu gibi söylemeyi tarih ve vicdan karşısında vazife bilirim.
Hükümeti Cumhuriyetimizin bir Diyanet İşleri Riyaseti Makamı vardır. Bu makam merbut müftü, hatip, imam gibi muvazzaf birçok memurlar bulunmaktadır. Bu vazifedar zevatın ilimleri, faziletleri derecesi malumdur. Ancak bu yolda vazifedar olmayan bir çok insanlar da görüyorum ki, aynı kıyafet iktisasında berdevamdırlar. Bu gibiler içinde çok cahil hatta ümmi olanlarına tesadüf ettim. Bilhassa bu gibi cühela, bazı yerlerde halkın mümessilleriymiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya temasa adeta bir mani teşkil etmek sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum. Bu sıfat ve selahiyeti kimden, nereden almışlardır. Malum olduğuna göre milletin mümessilleri intihap ettikleri mebuslar ve onlardan teşekkül eden Türkiye Büyük Millet Meclisi, Meclisin itimadına mahzar Hükümeti Cumhuriyettir. Bir de mahalli müntehap belediye reisler ve heyetleri vardır. Millete hatırlatmak isterim ki, bu laubaliliğe müsaade etmek asla caiz değildir. Her halde sahibi salahiyet olmayan bu gibi kimselerin muvazzaf olan zevat ile aynı kisveyi taşımalarındaki mahzuru hükümetin nazarı dikkatine vazedeceğim.
…İnebolu’da ve bazı yerlerde söyledim. Bugünün meselesi gibi mütalaa edileceğinden burada da bahsetmek istiyorum. Her milletin olduğu gibi bizimde bir milli kıyafetimiz varmış fakat gayri kabili inkardır ki taşıdığımız kıyafet o değildir. Hatta milli kıyafetimizin ne olduğunu bilenler içimizde azdır bile. Mesela karşımda kalabalığın içinde bir zat görüyorum. Başında fes, fesin üstünde yeşil bir sarık, sırtında bir mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir caket, daha alt tarafını göremiyorum. Şimdi bu kıyafet nedir? Medeni bir insan alelacaip kıyafete girip dünyayı kendine güldürür mü? …Devlet memurları da, bütün millet de kıyafetlerini tashih edecektir. Fen, sıhhat noktainazarından ameli olmak itibariyle, her noktainazarından tecrübe edilmiş medeni kıyafet iktisa edecektir. Bunda tereddüte mahal yoktur. Asırlarca devam eden gafletin acı derslerini tekrarlamağa takat yoktur. Adam olduğumuzu, medeni insan olduğumuzu isbat ve izhar için icap edeni yapmakta taannüt adamlıkla kabili telif değildir.
Arkadaşlar, Türk milleti çok büyük vakalarla isbat etti ki, müceddit ve inkilapçı bir milletdir. Son senelerden mukaddem de milletimiz teceddüt yolları üzerinde yürümeğe, içtimai inkilaba teşebbüs etmemiş değildir. Fakat hakiki semereler görülemedi. Bunun sebebini araştırdınız mı? Bence işe esasından, temelinden başlanmamış olmasıdır. Bu hususda açık söyleyeyim. Bir heyeti içtimaiye, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, kitlenin bir parçasını terakki ettirelim. Diğerini müsamaha edelim de kitlenin heyeti umumiyesi mahzarı terakki olabilsin? Mümkün müdür ki, bir camianın yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı semalara yükselebilsin? Şüphe yok; terakki adımları, dediğim iki cins tarafından beraber arkadaşça atılmak ve iş terakki ve teceddütte birlikte Kat’i merahil edilmek lazımdır. Böyle olursa inkilap münteci muvaffakiyet olur. Memnuniyetle meşhudumuz olmaktadır ki, bugünkü nişvarımız hakiki icaba takarrup etmektedir. Her halde daha cesur olmak lüzumu aşikardır.
… Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir yemeni, peştamal veya buna mümasil bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya bir yere oturarak yumulur. Bu tavrın mana ve medlülü nedir? Efendiler, medeni bir millet anası, millet kızı bu garip şekle bu vahşi vaziyete girer mi? Bu hal milleti çok gülünç gösteren bir manzaradır. Derhal tashihi lazımdır."
Ardından memlekette bulunan derneklerin milleti aydınlatma ve doğru yolu göstermede ciddi şekilde ilgili olmalarını önerdi. Daha sonra milletle görüşmekten aldığı zevk ve kuvvetten ve hakkında gösterilen sevgi ve güveni güzel kullanmaya çok dikkat harcayacağından ve amacının milleti mutlu ve zengin ve medeni dünyada özellikleri takdir edilmiş olgun bir millet görmekten ibaret olduğunu açıklayarak çok sıcak ve heyecanlı nutkuna son verdi. Ve çok şiddetle alkışlandı.
Söylevin sonunda Öğretmen Sabri, yapılan devrimde Gazi’nin yürüdüğü yoldan yürüyeceğini bildirmesi üzerine Gazi Paşa ayağa kalkarak şu sözleri söyledi: Efendiler, gösterdiğiniz kıymetli uyanış ve ufuk açıklığından çok duyguluyum. Sesim uygun değil bu nutka da izin verirseniz bir beyitle cevap vereyim:
Ölmez bu vatan farzı muhal ölse de hatta
Çekmez kürenin cismi bu tabutu cesimi
(Ölmez bu vatan varsayalım ölse de bile
Çekmez dünyanın bedeni bu kocaman tabutu)
Kaynak: Hâkimiyet-i Milliye:01.09.1925